31 yaşındaki genç bir kadın olan Elif, uzun bir müddet boyunca depresyon belirtileri gösterdi. Hüsranla başlayan hikayesinin sonu ise her türlü tıbbi müdahaleden daha trajik bir şekilde noktalandı. İlk önce ruhsal bir rahatsızlık olarak algılanan belirtiler, aylar geçtikten sonra tekrar eden baş ağrıları ve yavaş yavaş artan nörolojik bulgularla, malum bir duruma evrildi. Uzun süre depresyon teşhisiyle tedavi edilen Elif'in gerçekte bir beyin tümörü ile savaştığı, çok geç fark edildi. Bu durum, tıbbi tanılarda dikkat edilmesi gereken noktaların ve doğru teşhisin ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seriyor.
Elif'in hikayesi, birçok genç kadının yaşadığı psikolojik sorunlarla başladı. Uzun süreli baş ağrıları, iştahsızlık ve uyku problemleri gibi belirtilerle mücadele eden Elif, bir süre sonra bu durumu psikolojik bir rahatsızlık olarak değerlendirdi. Psikiyatristlerin önerileri doğrultusunda antidepresan kullanmaya başlayan genç kadın, bir yandan ruh sağlığını geri kazanmayı umarken; diğer yandan fiziksel problemlerinin göz ardı edilmeye devam etmesine üzülüyordu.
Birçok kişi gibi Elif de ruhsal rahatsızlığın psikolojik etkenlerden kaynaklandığını düşünüyor, bu bağlamda kendisini teselli etmeye çalışıyordu. Ancak yaşadığı belirtiler, esasen bedensel bir rahatsızlığın habercisiydi. Doktorların depresyon olarak değerlendirdiği belirtilerin altında yatan gerçek, yıllar geçtikten sonra başına büyük bir belanın geleceğinin habercisiydi. Zehirli bir gül gibi bekleyen beyin tümörü, yaşamsal bir risk oluştursaydı bile, doktorları tarafından göz ardı edildi.
Aylarca süren tedavilerin sonuçları, Elif'in yaşam kalitesini düşürmekle kalmadı, aynı zamanda sağlığında geri dönüşü olmayan zararlara yol açtı. Bir dönem kendisini huzursuz ve kaygılı hisseden Elif, depresyon tedavi süreci sonunda ruhsal bir rahatlama yaşadığını düşündü. Ancak bu rahatlama kısa sürdü; baş ağrıları daha da şiddetli hale geldi. Sıklıkla yaşadığı bulantılar da eklenince, Elif, durumunun kötüleştiği duygusuyla yeniden doktora başvurdu.
Son muayenesinde doktorlar, Elif'in yaptığı tüm testler sonucunda bir MRI (manyetik rezonans görüntüleme) taraması önerdiler. Sonuçları beklerken, Elif'in rahatsızlıkları giderek ağırlaşmaya başladı. Ama ne yazık ki, teşhis konulması gereken bir hastalık, ancak bu testlerden sonra net bir şekilde belirlendi: Beyin tümörü! Gözle görülmeyen, ama cerrahi müdahale gerektiren büyük bir tehdit, günden güne büyüyerek Elif'in yaşamını çalmaya doğru yola çıkıyordu.
Beyin tümöründe erken teşhis hayati öneme sahiptir. Ancak açıkça göz ardı edilen belirtilerle geçen zaman, sonunda genç kadının hayatına mal oldu. Cerrahi müdahale için gereken süre geçirildiğinde, Elif'in tümörünün ileri evre olup olmadığını belirlemek amacıyla yapılan tetkikler, maalesef her şeyin geç olduğunu ortaya koydu. Doktorlar Elif'in hastalığına karşı müdahale etmek için yetersiz kaldı ve karşısında büyük bir kayıp yaşandı.
Elif'in hikayesi, depresyon gibi ruhsal rahatsızlıkların çok ciddiye alınması gerektiğini, ama fiziksel sağlık sorunlarının da asla göz ardı edilmemesi gerektiğini hatırlatıyor. Kendimizi birilerine anlatamadığımızda, ya da yaşadığımız belirtilerin altında yatan gerçek nedenleri bulmakta zorlandığımızda karşılaştığımız bu durumlar, ne yazık ki oldukça yaygın hale geldi. Tıbbi profesyoneller, ruhsal ve fiziksel bedeni ayrı tutmadan, her iki yönü de göz önüne alarak değerlendirme yapmayı unutmamalıdır.
Elif'in trajik hikayesinin ışığında, toplum olarak daha fazla duyarlı olmamız ve sağlığımıza sahip çıkmamız gerektiği bir gerçeği bir kez daha hatırlatıyor. Kendimizi ifade etmekten çekinmemeli ve vücudumuzda yaşadığımız her türlü belirtilerin önemli olduğunun bilincinde olmalıyız. Bir sağlık sorunuyla karşılaşınca, sadece ruhsal sıkıntılarımıza dikkat etmekle kalmayıp, fiziksel belirtilerimizi de ciddiye almalıyız. Başımıza gelen her olay, bireysel bir hikaye olsa bile, doğru müdahale olmadığında canımıza mal olabilir.